Hikmet Acun
“Onlar uzaklardan gelmişlerdir; uzaklara,hep uzaklara giderler”
Nejat’a, seninle konuşmaya başladığımda aklıma hep Theodoros Angelopoulos’un Kitera’ya Yolculuk” filmindeki Spyro geliyor. Onun uzun sürmüş sürgün zamanlardan gelip, her daim sürgünlüğe gidişini seni de yanına katarak, yersiz yurtsuz zamanları düşünüyorum. Senin ait olmadığın bir dünyada doğmuş olmanın sürgünlüğünü, bir sığırcık telaşıyla başkalarının hayatlarına dokunup geçişini düşünüyorum. Biliyorum; sürgünler hiçbir yerde ve zamanda olmazlar. Onlar uzaklardan gelir, uzaklara, hep uzaklara giderler.Biliyor musun hep bir yol vardı önümüzde, ömrümüzden uzun bir yol… Ama varmak istediğimiz bir yer de yoktu, hiç olmadı. Olsun da istemedik. Ne sen, ne de biz. Ama bunu en çok da sen istemedin. Çünkü daha doğumunda içine düştüğün bu dünya seni “puslu manzaralar” karşıladı. Yenilmiş eski kuşakların yenilgiyi makulleştirip, senin kuşağının üzerine kabus gibi çöktüğü puslu manzaralar… Uzun sürmüş “neoliberal puslar zamanı”nında senin aradığın bir mümkünlük, bir hayal gücü olarak devrimleri geri çağırmaktan başka ne olabilirdi?İnce ve “aksi” zekanla “istisnalar kaideyi kurar” derken; Peter Pan, işaret edip, bu dünyadan bir çıkış olarak Neverland’ı göstermen bundandı. Ama söylemeliyim ki, senin talisizliğin sadece puslu manzaralar değil, savaşa gidişinin de hercai bir cüret olarak anlaşılmasıydı. Oysa dünyanın yerlisi olanlarla arana bir yol mesafesi koyup, “şeyleşmiş dünyanın, sihrini yitirmiş dünyanın, sihiri olmak için hakikat arayışına gidiyorum” derken, bu dünyanın ‘meta-zaman’ yerlilerine yankılanarak bıraktığın en yıkıcı sözün; “Her Yürek Devrirnci Bir Hücredir” olması bundandı. Seninle konuşurken aklıma hep “Kitera’ya Yolculuk” geliyor. Kıyıda dubanın üzerinde son yolculuğuna sığınan Spyro’nun finali geliyor. Spyro bazan 20. Yüzyılın yenilmiş devrimlerine bir resim karesinden hüzünlü bakış oluyor. Bazan, herkesin şehvetli bir arzu ile birbirine uyum sağladığı ve makulleştirdiği hayat düzeneğine karşı; seni, yaşlı Spyro’nun devrimci uyumsuzluğunun yanına koyup denizin sonsuzluğuna yolcu ediyorum. Sonra bir babanın, oğlunun sonsuz yolculuğuna bakışının ağırlığı çöküyor sol yanıma. “Kitera’ya Yolculuk” bazan senin daha genç yaşında Alman Komünist Partisi’nde başlayıp, Otonom gruplara uzanan, oradan Türkiye’ye tutunamamışlığın, hiçbir yere sığmamışlığın oluyor. Spyro, bazan W. Benjamin oluyor, Benjamin’in mesihyan çığlığıyla bağırarak baş edemediği dünyaya boyun eğip mağlup gidişi oluyor. Ama dünyayı mağlupların kurtardığını en iyi bilen Benjamin,’Tarih Meleği’ni Kobane’de çağıran bir çocuğun devrimci iradesine tanıklık etseydi, çağına aynı karamsarlığı taşır mıydı emin değilim. Seninle konuşurken aklıma Osmanlı’nın büyük uğultuyla çöküş zamanlarında tarih trenini raydan çıkarma cüretini gösteren Yahudi, Rum, Sırp, Gürcü , Müslüman, en çokta Ermeni devrimciler geliyor. Beyazıt Meydanı’nından tarihin ciğerinlerine uzanan Paramaz’ın sesi geliyor… Paramaz, ‘Yoldaş Pançuni’ oluyor, Nejat oluyor. Paramaz’ın sesi Kobane’de, Miştenur Tepesi’nde yankı buluyor, Yoldaş Pançuni, her zamanki hınzır haliye Rojava’nın komünarı oluyor… Bu yüzden senin Nejat olarak doğup, Paramaz olarak ölüşünün inceliğini anlayan tek “kişi” ‘Yoldaş Pançuni’ olduğundan eminim. Seni düşünürken, senin yaşında İspanya iç Savaşında enternasyonalist taburda savaşırken ölen büyük devrimci – düşünür Christopher Caudwell geliyor aklıma… O muazzam zekası ve akıl yürütme biçimiyle “Burjuva kültürü aslında yanılsamanın değil düş kırıklığının acısını çekiyor.” sözü geliyor. Senin ”Ölü emek olarak makine, somutun peşine düşüyor. Bu, kapitalizmin sadece basit bir ‘kar’ rasyonalitesine dayanmadığını, her daim onu aşan bir varoluş mesajı içerdiğini göstermeye yetiyor. Bu mesaj sadece basit ve işlevsel bir ideoloji değil, insanın varoluşuna dair temel sorunlara dokunan bir arayıştır. Sorunun belli bir şekilde sorulması, anlamının bir bağlam içerisinde ötelenmesidir” sözünü Caudwell’in sözünün yanına koyup, tekrar okuyorum. Caudwell’in enternasyonalist devrirnciliğine, Rojava’daki Entemasyonalist taburlardan bakıyorum. Her biri Paris Barikatlarından, Ruhr Ayaklanmasına, Gezi Kalkışmasından, Kobane, Sere Kaniye siperlerine hayatlarını koyan Şervanlar oluyor, kadim topraklar tevazuyla gülümsüyor. Rojava Caudwell, Nejat,Ivana, Serkan, Sibel, Bedrettin, niceleri değilse nedir diye soruyorum. Neoliberal zamanlara inat, devrimcilik onu aşamaya muktedir bir mümkünlüktür diyen sürgünlerin cümle hikayesini; Kitera’dan, Rojava’ya hakikat alemine yarış olarak okuyorum. Seni düşünürken Serhad’tan, Botan’a, Rojava’ya dağların mor kokulu kadınlarının ve Ay yanığı erkeklerinin rüzgarı geliyor. Rüzgarı öpüp kabirne koyuyorum. Nejat, Önü sonu olmayan yolculuktayız, kalbimizin yolculuğunda. “Kitera’ya yolculuk”, Neverland’e yolculuktur, bunu senden öğrendim. Kim bilir belki de hakikat, yolculuğun kendisidir.
İyi ki doğdun, İyi ki seni tanıdım…
Baban.