Suphi Nejat Agırnaslı
1961 yılında tamamen Türk mühendisi ve işçisinin emeği ile ilk Türk otomobili ‘Devrim’Eskişehir’de üretildi.
Bu satırlar yazılırken ‘sınır ötesi’ operasyon tezkeresi mecliste oylanmak üzere yeni itikal etmiş durumda. Ancak bu sadece basit bir ‘terörle mücadele’ kavramsallaştırmasmdan da öte çok bilinmezli bir kuvvetler denkleminin içerisinde gerçekleşen ve tam da bu yüzden görünürün ötesinde birçok siyasi gelişmenin sadece bir dışavurumu olarak okunabilir.</p>
2007 yılı çok ciddi siyasi gerilimlere ve kitle hareketlerine tanıklık etti, ancak bunlar sadece verili bir anda ortaya çıkmış hareketlilikler değil onun da ötesinde kurucu ideolojinin bizzat ana unusurları üzerinden cereyan eden hadiselerdi. Hrant Dink’in katledilmesi uzun bir süredir tartışılagelen Ermeni Soykırımı’m bir kez daha gündeme taşıdı, yaklaşık 250.000 kişinin ‘hepimiz Ermeniyiz’ sloganıyla sokağa dökülmesi kurucu ideolojiden belli düzeyde bir kopuşun gerçekleştiğine dair kimi ipuçları sundu. Bunu Cumhuriyet Mitingleri, e-muhtırlar ve pek de hesapta olmayan 1 Mayıs eylemi ve neticede genel seçimler ve AKP’nin galibiyeti takip etti.
Tüm bu süreçlerde egemenler arasındaki kamplaşmalar daha da belirginleşti ve başta TÜSÎAD, AB ve AKP’nin olduğu ‘sivilleşmeci’ blok ikitidar içindeki kuvvetler dağılımından daha fazla pay talep eder oldu ve ilk adım olarak da ‘sivil anayasa’ tartışmasının önünü açtı, yani egemenler arasında yeni bir konsensüs sözleşmesi ve yeni bir mevzilenme elde edinilmeye çalışıldı. Kurucu ideolojiyi kendisine rehber edinip o söyleme dahil unsurların içeriğini belirleme, kırmızı çizgiler saptamada kendisini yetkili gören TSK, imtiyazlarını kaybedeceği korkusunu taşıyan bürokrasi ve bu doğrultuda hareket eden sivil-siyasi yapılar çok geçmeden sokağı harekete geçirdiler. Olmadı Anayasa tartışmalarını ‘laiklik’ kavramı etrafında kilitlediler. Ancak görünen o ki bu da yetmeyince hemen eski meşruiyet kaynaklarını yani Kürt Sorunu ve PKK’yi gündemleştirmeyi başardılar. AKP-TÜSÎAD-AB bloku için ‘sivil anayasa’ nasıl bir mevzidiyse TSK için Tezkere, kullanımından bağımısz olarak, o denli kuvvetli bir mevzi olarak göze çarpıyor. Ancak bu da yetmiyor ağırdan liberalleşme eğilimlerine karşı ‘13 Şehit’ bahane edilerek, sokak yeniden harekete geçiriliyor. Öyle göürünüyor ki, artık Türkiye’de kurucu ideoloji çeşitli söylemleri de içerebilecek (bkz. Tuncay Özkanlın konuşmaları) Nasyonal Sosyalist karakterde -Faşist- bir kitle hareketi üzerinden politikalarını sokakta örgütlemeye çalışıyor. Artık kitlelerden onay almanın ötesine onları ‘aktf’ bir yedek güç haline getirme yönünde bir eğilimden bahsetmek her halükarda mümkün.
İşte tam da Kürt Halkı ve PKK üzerinden faşizm örgütlenirken (sermaye) liberaller ve statükoculardan bağımsız bir üçüncü cephe elzem bir ihtiyaç olarak karşımızda durmakta. Asıl sorumuz şu anda: ‘1 Mayıs’taki gibi ‘hesapta olmayanı’ örgütleyebilecekmiyiz
Hassasiyet ve Hamaset
Ülkücüler biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik dedikleri günlerde, ülkede ne kadar karşılıksız çek varsa hepsini tahsil ederek ve gene bıçkınlık marifeti ile değnekçilikten otogarlara, umumi helalardan umumhanelere, vakıf arsalarından orman arazilerine ve metruk binalardan sahil şeritlerine kadar ne varsa memleketi, milleti, milliyeti ve vatanı tepe tepe seviyorlardı.
Bu sevme biçiminde ülkücü milliyetçi MHP elbette bir istisna değil bir karakteristiktir. Zira Türkiye’nin tarihi, bu ülkeyi delice seven ve sevgisini yalmzca tecavüz ve tasallut ile gösterebilen iktidarların, muktedirlerin, iktisadı yalnızcarant olarak anlayabilmiş milliyetçilerin tarihidir. Dolayısıyla bir yerde milliyetçilerin yurtsever naraları duyulmuşsa, orada ya mill iyetçilerin sindirim sisteminden yükselen bir gurultu ya da yağlı bir lokmayı götürmüş olmanın zevkiyle gelen geğirmenin davudi sesi de duyulabilir.
Milliyetçilerin tümü kışkırtılmaya mail ve amade olmakla birlikte, bu çevrelerin tümünü harekete geçiren, motive eden nesneler farklı farklıdır: MHP ’ nin şehit cenazeleri ile kurduğu nekrofil egemenlik; CHP’nin başörtü karşıtlığı ve laik bağnazlığı; TOBB Kurtuluş savaşı anti-emperyalizmi ile muhkem yabancı düşmanlığı ve ülke toprağı hassasiyeti; Genel Kurmay’m milli güvenlik hezeyanları ve kılıçartığı çetecilerden mürekkep kuva-ı zıpırların Türk Kam, Türk toplumu ve hatta Türk Mutfağının ari kalması için verdikleri cevval mücadele göz yaşartıcıdır. Her ne kadar onlar bu ülkeyi karşılıksız bir aşkla sevdiklerim iddia etseler de, kendilerince ücret tarifeleri vardır ve bu ücret Deli Dumrul töresince köprüyü geçenden beş kuruş, geçmeyenden döve döve on beş kuruş şeklinde tahsil edilmektedir…
Leviathan’nın Çorbası
IT’den bu yana Türk ordusu, devleti ve halkı kendi öz malı olarak görmüştür. Toplumu ilerletme, koruma, topluma bilinç taşıma ve toplumu yarınlara taşıma ülküsü, ordunun iktidarı ve iktisadının -Türk ordusu vurucu gücüne iktisat ve iktidarından daha az nem verir- kuvvetine mukabil olacağı düşünülmüş ve böyle düşünülmesi istemiştir. Bu bakımdan ordu kendi iktidarının ve iktisadının bekası için her zaman güvenlik krizleri, suni düşmanlıklar ve şovenist nefret duygularmı körükleyici hareketler icat etmiştir.
12 Eylül sürecinin ardından ordunun yaşadığı itibar yitiminin üzerine AB sürecinin ‘sivil’ müdahalelerinin binmesiyle ordu iyice soluksuz kalmış ve konum kazanmak için Pandoranm kutusundaki bütün kötülükleri ortalığa bırakmıştır -bizzat ordu eliyle çıkartılan Şemdinli ve Diyarbakır olayları, Diyarbakır ’ m Ofis semti, Ankara’nm Ulus ve İzmir’de de bayrak mitinginin yapılacağı meydanın arkasındaki pazar yerinde patlatılan bombalar- Kürt halkına ve onun önderlerine yönelik aşağılayıcı (kabile şefi, aşiret reisi vb…) ve had bildirici notalar aracılığıyla halklar arasındaki pamuk ipliğinden köprüler de kopartılmış ve kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaralar provakatif saldırılar ve bombalamalar ile yeniden kanatılmıştır.
AB süreci ile ordunun yaşadığı siyasi güç yitimi, ABD’nin Kuzey Irak’a giriş için Türkiye’ye vize vermemesiyle askeri bir güç yitimini de beraberinde getirmiş ve şanlı Türk Genelkurmayı Anti-AB’ci, Anti-ABD’ci ve anti-emperyalist olup çıkmıştır… Ama bu karşıtlık elbette görünürdedir; örneğin anti-emperyalist ordumuzun OYAK-Renault üzerinden AB’nin iki büyük gücünden birisi olan Fransa ile işbirliği gelişerek devam etmekte ve AB’nin en güçlü ekonomisi olan Hollanda’ya ordunun güzide kasası OYAK-Bank’ı peşkeş çekmekten yeis duymamakta ve aynı şekilde ordunun İsrail ve ABD çetesi ile ASELSAN üzerinden askeri ve ticari stratejik ortaklığı tıkır tıkır işlemektedir…
O YAK’m bir özel teşebbüs olmasına rağmen, devlete beş kuruş vergi vermediğini ayrıca, vatan borcu denilen şeyin aslında OYAK ve generaller hesabına 15 ay sömürülmek olduğunu ve Mehmetçik Vakfı denilen vakfın Türk Subaylarının ve güzide eşlerinin tatil ve sayfiye sponsoru olduğunu söylemeye ise bilmem gerek var mı?
Çanakkale’de, Conkbayırı’nda, Kocatepe’de dünyaya şan veren Türk ordusu, şu an itibariyle Çankaya savaşlarında yenik düşmüş, seçim süreci boyunca, kuva-ı tırıvırı ya da vatansever kumpanya adlarıyla örgütlenen kontra çeteleri AKP hükümeti tarafından derdest edilmiş ve Yargıtay kararının bir rövanşı olarak genelkurmaya ithaf edilmişti -ki %46’da Genelkurmay’a güzel Türkçemizi unutturan güzel bir sayı bu arada-
Dolayısıyla aşkta ve kumarda kaybeden ordunun, adi provakasyon ve komplolardan ibaret muhteris ve de müfteri ataklarım beklemek çok büyük bir kehanet olmasa gerek… Ki bu da şovenizmde ve halklararası düşmanlıkta yeni bir dalga anlamına geliyor.
Altı Oklu Cadı Kazanı
Şoven kodlar, kuruluşundan bu yana CHP’nin gen haritasında kazılıdır. Devletçilik ve yabancı düşmanlığı ile korperatizmin orijinal bir karışımı olan tek partili yıllar boyunca CHP, (özellikle R.Peker ve Milli Şef yılları) Hitler faşizmine öykünür ve faşizmin parti-devlet-m illet kültüne sahip çıkar ve bu kült en fazla Kürt halkının inkarı ve imhasının üzerine kurulur.
CHP aydınlanma-muasırlaşma adı altında kendi halkına düşmandır ve halkında kendisinden nefret etmesini bekler; yürütülen reformlarla CHP yoksul halkın bütün alışkanlıklarını, geleneklerini, giyim kuşamını, hedef tahtasına koyar; işi halkevlerinin AR (sanat) Kolları ve jandarma zoru ile taşrada, Viyana baloları düzenlemeye kadar vardırır. Ki bunlar cahil halkı çürümüş alışkanlıklarından kurtarıp modernleştirmek için yapılmaktadır.
CHP, İttihat Terakki’den devraldığı yabancı düşmanlığı ile Milli Güvenlik Konseptini geliştirir ve halkın yalnızca kendisinden değil tüm komşu uluslardan nefret etmesi için özel bir çaba gösterir.
50’li yıllarda DP iktidarı ile başlayan, CHP-Altı Ok Kemalizminin kan kaybı 90’lı yıllardaki neoliberal YDD dalgası ile ölümcül yaralar alır.
Çünkü CHP ve kemalizmin motoru-merkezi niteliğindeki devletçilik/milliyetçilik neoliberal şovalyelerce tasfiye edilmektedir. Bu noktadan itibaren CHP/Cumhuriyet ve aydmlanmacı/ ilerlemeciçevrelerellerinde kalan son koz laikliğe (şeriat karşıtlığı olarak) sımsıkı sarılarak, aydmlanmacıhk adı altındabağnaz bir şovenizm ve korkunç bir gericilik ürettiler.
CHP’nin İslam karşısındaki tutumu kuruluşundan bu yana ikiyüzlücedir. Devlet kumcu bir parti olarak CHP bir yandan kendi iktidarına tehdit olarak gördüğü siyasal islamı tasfiye etmiş ama, toplumsal bir düstur olarak îslami gericiliği desteklemiştir. Aydınlanma düşüncesinin batı merkezliliğiyle malul CHP ve cumhuriyetçiler siyasal İslama (zaman zaman da îslamın bizzat kendisine karşı olmayı) giderek Arap halklarına karşı olmaya dönüştürmüşler; İslam kıçı boklu görgüsüz, pis, hain ve çirkin Arabm başımıza bela ettiği çağdışı bir görgüsüzlük olarak görülmüştür. CHP şovenizminin bel kemiğini oluşturan orta sınıflar, kendi ayrıcalıklarını ve steril yaşamlarını ve görsel çevrenlerini gönüllerince düzenleyebilmek, ve bu ayrıcalıkların ilelebet payidar kalması için; baş örtüsü ve siyasal İslamcı partilere cevaz veren Türkiye varoşlarını ve Ortadoğu rejimlerinin doğal müttefiki olarak lanse etmiş, ve bunları örümcek kafalı ve zavallı insan toplulukları olarak değerlendirilmiştir.
îslami gericiliğe karşı olmak adına Arap toplumuna düşman kesilen CHP’nin steril avanesi, feodal yapıyı koruyan ve bölücülüğe prim veren Kürt halkına “ve bu yapıları destekleyen ABD ve AB’ye” tıpkı Genelkurmay gibi bir sözde düşmanlık beslemektedir. CHP anti-emperyalİzm ve gericilik karşıtlığı adına halklara kin kusarken, İşbankası içerisindeki ortaklığı üzerinden dünya emperyalizmi ile ilişkilerini aynen sürdürmektedir. Bunlar içerisinde elbette dünya emperyalizmi içinde ABD’nin medar-ı iftiharı General Motors’un CHP ve İşbank ile ortaklığı anılmaya değerdir…
Dolayısıyla CHP, Kürt-Arap-Ortadoğu-İslam düşmanlığı üzerinden şovenizmin ince ince kaynatıldığı ve üretildiği bir cadı kazanıdır.
Küçük ve Orta Büyüklükte Cazgırlık
Türkiye özellikle Gümrük Birliği’ne girdikten sonra KOBİ’lerin işleri iyice kesatlaşmıştır. İthalatçı için gümrük duvarları iyice düşerken ihracatçı için duvarlar alabildiğine yükselmiş ve Türkiye yabancı mallar için bulunmaz bir cennet olmuştur. Öte yandan bu da yetmezmiş gibi AB uyum yasaları çerçevesinde yabancıların Türkiye’de taşmır-taşmmaz mülk edinebilmelerinin ve ticaret yapabilmelerinin (özellikle Turizm sektörü ve sahillerde) önü açılmıştır. İthal malından ve yabancı tüccardan elaman diyen KOBİ’ler çareyi yabancı düşmanlığını fora etmekte aramışlar ve yabancıların savaşla alamadıkları topraklarımızı şimdi parayla almakta oldukları, bu da yetmezmiş gibi ülkemizin sırtından kazandıkları paralarla bölücü terör PKK ve şeraitçi odaklara finans kaynağı oldukları iddia edilmiş ve bu amaçla irticai ve bölücü teröre sponsor olan yabancı kaynaklı firmaların listeleri çıkartılmış ve Türkoğlu Türklerin buralardan alışveriş etmemeleri istenmiştir.
Tüm bunlar anti-emperyalizm başlığı altında kurgulanmış ve piyasaya sunulmuştur. Söylemeye gerek var mı bilmiyoruz ama gene de hatırlatılmalı ki anti-kapitalist olmayan bir anti-emperyalizm çoğu zaman şovenizme çıkar ki bu sözde anti-emperyalizm yalnızca ithalat mağduru yerli burjuvazinin tüccarca hislenmelerinden başka bir şey değildir. Bu anlamda, Çılgın Türkler’e sponsor olan; PKK itirafçısı Şemdin Sakık’m itiraflarını bastıran ve her fırsatta yabancı düşmanlığı yapan Sinan Aygün ve TOBB gerçekte anti-emperyalist değil ırkçı şoven ve kafatasçı bir güruhtan başka bir şey olmadığı gibi eğer ABD, Irak işgalinde Türkiye KOBİ’leri için yağlı parça ayırmış olsaydı ya da TOBB örneğin TÜSİAD büyüklüğünde ve ABD’nin kompradorluk ilişkileri için gereken özelliklere haiz olmuş olsaydı, eminiz ki en tutarlı ABD ve işgal taraftarı Sinan Aygün ve çetesi olurdu…
Kuva-ı Zıpırlar
Ülkemizde Kuva-ı Milliye hareketi Kemalist maluliyetlerden dolayı hep soldan anıldı ve öyle değerlendirildi (Tıpkı CHP ve Kemalizm gibi). Oysa Kuva-ı Milliye hareketinin solculuğu bir kenara halkçı özellikleri bile yoktu zira bu teşkilatı ve onun siyasal ayağı Müdafa-ı Hukuk cemiyetlerini kuranlar eski İttihatçiler ve Ermeni kıyımı dolayısıylayargılanmakta olan Teşkilat-ı Mahsusacılar kurmuştu… Dolayısıyla günümüz kemalizminin en ucube görünümü olan kuva-ı Milliye ve onun varyasyonları -vatansever güçbirliği, İP, Kızıl Elma koalisyonu vb…- gerçekte sol görünümünden ve içine düştüğü yabancılaşmadan sıyrılarak özüne döndü… Bu güruh gerçek bir yıldızlar karması: Susurluk vatanseverleri Korkut Eken ve Muzaffer Yüzbaşı’dan, Doğu Perinçek’e; ülkücü mafya Sedat Peker’den Akın Birdal’a suikast düzenleyen A.Tufan Günaltay’a; Reina’nm güvenlik şefi ve Ümraniye’deki bombalı evin sahibi komutandan emekli susurlukçu Veli Küçük’e; uyuşturucu mafyasının elemanlarını para karşılığı serbest bırakan hakimlerden savcılardan, Altemur Kılıç gibi kaşarlanmış köşe yazarlarına kadar kimler yok kimler…Gerçekte beyaz kadın ticaretinden, uyuşturucu işine kadar yaptıkları her çirkef işi kirli savaşla ve vatanseverlikle perdelemeye çalışan bu zavallı insanlar şovenist cenahın boy aynası gibi; CHP, Genelkurmay ve TOBB eütinin makamları ve yüksek siyasaları bakımından söylemeye imkan bulamadıkları ne varsa bunlar söylüyor; Hrant Dinle’in öldürülmesinden, Malatyalı Misyonerlerin boğazlanmasına kadar ne çeşit alçaldık varsa bunlar tarafından kotarılıyor.
Siyasi Dergi 3. Sayında yayınlanmıştır
“Bu sevme biçiminde ülkücü milliyetçi MHP elbette bir istisna değil bir karakteristiktir. Zira Türkiye’nin tarihi, bu ülkeyi delice seven ve sevgisini yalmzca tecavüz ve tasallut ile gösterebilen iktidarların, muktedirlerin, iktisadı yalnızcarant olarak anlayabilmiş milliyetçilerin tarihidir. Dolayısıyla bir yerde milliyetçilerin yurtsever naraları duyulmuşsa, orada ya mill iyetçilerin sindirim sisteminden yükselen bir gurultu ya da yağlı bir lokmayı götürmüş olmanın zevkiyle gelen geğirmenin davudi sesi de duyulabilir.”