Kapitalizmin kanlı düğünü; ilksel birikim- Nejat Ağırnaslı

Makaleleri

Marx, Kapital’in birinci cildinin sonlarında, “sözde ilk birikim” (sogenannte ursprünglice Akkumulation) kavramını ele alır ve geliştirir. Bu kavram üzerinden kapitalizmin oluşmasına dair ön koşullar ile varsayımları ele alır. Buna göre kapitalizmin söz konusu olması için birilerinde kimi olanaklar birikmiş olmalı, başkalarında ise bu ve benzeri olanaklar artık olmamalıdır. Mealen, (müstakbel) bir sermayedar ve amelenin oluşması zaruridir. Ancak, burada bir sorun vardır. Bu varsayım kapitalizm içinden açıklanamaz. Zira bu varsayım bir biçimde tarihsel bir önkoşul halinde somutlaşmış olmalıdır. Bu da kapitalizmin tarih öncesine dair bir tartışma açar. Nasıl olur da müstakbel sermayedar ve işçi oluşmuştur? Servetin bir yerde birikmiş ve bir yerlerde birilerinin emek güçlerinden başka satacak bir şeylere sahip olmamış olması icap eder. Yani, evvelden bir birikim olmuş olması şarttır. Marx’a göre klasik politik iktisat bunu ahlaki bir soruna indirger; bir zamanlar birilerinin tembel, birilerinin ise çalışkan olduğunu, bu farkın buradan doğduğunu iddia eder. Bir benzetme yapar, klasik iktisattaki asli birikimin ilahiyattaki ilk günaha benzediğini, elmanın ısırılmasıyla günaha girilmiş olduğunu kinayeyle eleştirir. Bu yaklaşıma göre yeterince çabalayınca her şey olur, başarı gelir. Dolayısıyla kapitalist üretim tarzının varsayımının kendi kendine atıfta bulunan bir göndermeye dönüşmesi onu hafızasız kılar, ön koşullarını açıklamaz. Bir yandan servet oluşturanlar sürekli sınırlarına toslar, servetin kendisini yeniden üretebilmesi için yatırım zaruridir, servet birikiminin sermayeye dönüşmesi gerekir. Ancak, bu sadecebelli bir örgütlenmeye giderek mümkündür. Belli şeylerin bir araya getirilip örgütlenmiş, işler kılınmış olması gerekir. Ancak, bu, birilerinin buna dâhil olmasını, çalışmasını gerektirir. Bu da ortalıkta kuşlar gibi özgür [Vogelfrei] dolanan ve disiplin altına alınarak çalıştırılabilecek başıboş birilerinin varlığını şart koşar. Ancak, bunların aynı tarihi paylaştıklarını, tek yönlü ve homojen bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde doğmuş olduğunu iddia etmek kapitalizmin kaçınılmazlığını ima eder. Bu iki öznellik tek bir doğrusal düzlemde bir arada gelişmemiştir, birbiriyle rastlaşmıştır. Burada eşitsiz ve birleşik gelişimden bahsedilemez, zira eşitsizlik bir eşitlemenin yapılabileceği ortak bir denklemi gerektirir; bu yüzden birleşikliği zaten varsayar. Burada söz konusu olan aynı denklemin değişkenleri değildir. Bu rastlaşmanın altında bir yandan servet sahibinin arayışları öte yandan çok somut karın doyurma, bir yerlerden kovulma veya kaçma gibi zorunluluklar vardır. Kapitalist üretim tarzını teşkil eden her bir unsur bir rastlaşmalar düzleminde işlerlik kazanır olmuş, bu işlev ve anlamları kazanmışlar, rastlaşmalarının düzlemini birlikte işler hale gelerek yapılandırmışlardır, bir sürü meselenin etkisi belli bir biçimde etkin olmuştur. Rastlaşma olay olur. Dolayısıyla, Türkçedeki “olmuş oldu” ifadesi bu süreci gayet iyi anlatır. Almancada gerçeklik için kullanılan kelimenin Wirklichkeit olduğu düşünüldüğünde bu etki meselesi daha iyi anlaşılır; kelime anlamıyla etkili (etkin) olma hali demektir. Kuş gibi özgür dolaşan aylaklar işçi olmadı, işçi olmuş oldu. Bu, tarihteki okuma sıralamamızı değiştirir. Buradan bakıldığında toplumsal cinsiyeti, insanı, çalışmayı, özgürlüğü, iktidar ilişkilerini yeniden tanımlayan bir düzlem ortaya çıkar. Bu rastlaşmaların her biri iktidar ilişkilerinin ve mücadelelerin etkilerinin rastlaşmasıdır. Kapitalizm, feodalizm üzerindeki zafer değil, feodalizmin çözülüşündeki başka olasılıkların mağlubiyeti, bu etkilerin mücadelelerin sonucunda rastlaşmasının ağırlık noktasında, olay olduğu düzlemde yeniden yapılandırılıp işlerlik kazandırılmasıdır. Kimi ilişkiler başka ilişkilerle içli dışlı olarak kısıtlılıklarına toslar ve yeniden yapılanır: Bu ihtilaflar ve mücadeleler yaratır, sonuçlar doğurur. Ancak bu sonuçlar aslında birer etkidir. Dolayısıyla, burjuvazinin olduğu kadar işçi sınıfının oluşumu, kimi etkilerin rastlaşmasını varsayar. Avrupa’da cadı avı, çitleme, kentleşme, köylü ve mezhep savaşları, salgın hastalıklar vb. gibi hadise ve mücadelelerin etkileri rastlaşır ve bu rastlaşmanın sonucu belirsizdir. Bu yüzden asli birikim, sadece kapitalizmin tarih öncesi değil, onun bugünüdür. Kapitalizm işçi ile sermayedarı yeniden üretmek zorundadır. Cadı avı ve sömürgecilik bu bakımdan önemlidir. Marx, Türkçede “ilişki” diye geçiştirilen bir kelime kullanır: Verhältnis. İngilizcede relation olarak geçen bu kelime sosyalistlere yakışır bir düz okumayla “ilişki” anlamına gelir. Ancak, bu ilişki o ilişkide bulunan iki şeyin o ilişki haricinde en azından oldukları gibi olmadıklarını ima eder. Türkçede ilişki, nazire, nispet, davranış kelimeleriyle ifade edilebilir. Yani birden çok şeyin varlığını birbirlerine bakarak ve birbirleriyle ölçülüp biçilerek açıklar. İlişkiden öte o şey yoktur; ilişki ilişkide bulunanın varlığıdır. İçkindir. Bir diğer kelime ise birden çok şeyin birbirinde atıfta bulunarak ilişkide bulunmasını, yani ilişki haricinde de düşünülmesini mümkün kılar: Almancada Beziehung/Bezug İngilizcede relationship, affair veya reference, deference olarak okunabilir. Bu kelime ziehen yani çekmek fiiliyle akrabadır, bir şeyin tanımsal kapsamda diğerini çağırmasıdır, anlamını ötelemesidir. Bu yapıyı ve ilişkiyi çözümleme edimi, bu pozisyon ise nazardır. Nazar, mücadele etmek üzere bir okuma yapmaktır. Dolayısıyla, bir toplumsal formasyonun oluşumu için ayrı tarihlere sahip etkiler, bir rastlaşmaya mahal verir, bu mahal sebebiyet verir, ayrı tarihler tarihsel fark olur. Cem, cümle olmuş olur. Bu rastlaşma bir Verhältnis’tir; bir mukayese alanı, bir nispet, bakışarak kurulum, nazire alanıdır. Bu bakımdan ne kapitalist ne de işçi kapitalizmden önce vardır. Onların oluşumu kapitalizmdir. Yani birileri her nasılsa ortalıkta dolaşır oldu, birileri de dedi ki “aha şehir aha karnını doyurmak için iş; ama buraya öyle elini kollunu sallayarak girip çıkamazsın.” Diğeri de “lazımdı iyi oldu” dedi ama sağı solu belli olmadı, düzgün çalışmadı, çıngar çıkardı. Gel zaman git zaman bir sürü hırgür sonucunda orta yolu bulmuş oldular, proleter işçileşti, kapitalist kurumsallaştı. Öyle bize “büyük işçi sınıfı devrimleri” veya “eylemleri” dedikleri olayların ekseriyeti aslında işçi olmaktan pek hoşlaşmayanların serüveniydi. Bundan dolayı işçi sınıfı mücadelesi diye bir şey olduysa da, bu insanlar, bilinçlerini dışarıdan, işçi oldukları konumdan işçi olmadıkları zamanlara dönüp bakarak almışlardır. Rastlaşma bir karşı karşıya konumlanış olur, bir karşılaşma alanını, karşıtlık yaratır. Bu yüzden kapitalizm proletaryayı işçi yapar, bu bakışarak, çarpışarak olur, bir Verhältnis’tir. Ancak burada bir sorun var: Verhältnis’teki unsurlar birbirlerine bakışarak kuruluyorsa, yani aslında bu konumlar yaratan bir yapıysa, bu konumların birbirlerini ve konumlanışlarını nasıl gördüklerini nereden bileceğiz? Karşı(t)laşanlar, birbirlerini nasıl görür? Birbirlerine nasıl atıfta bulunurlar; hülasası, Verhältnis’teki Beziehung’ları nasıl bir yapıya sahiptir? İşte bu soru ileride bizim için zurnanın kendince bir ses çıkaracağı nokta olacaktır. Ama önce makarayı biraz geri sarmamız icap eder. Marx, sözde ilk birikim kavramını ele alırken sermaye iliş kisini yaratan süreç, “der Prozess, der das Kapitalverhältnis schafft,” der. Marx, işçi olması icap eden kesimin oluşumu için bir ayrılmadan bahseder. Bir kesim, üretim araçlarından ayrılmalıdır. Şöyle der: “Kapitalverhältnis’ işçiyle işin/emeğin [Arbeit] gerçekleşme koşulları üzerindeki mülkiyetinin ayrılmasını varsayar. Kapitalist üretim bir kere kendi ayakları üzerinde durdu mu sadece o ayrılışı korumayıp onu daima yükselen bir kademede yeniden üretir. Demek ki, Kapitalverhältnis’i yaratan süreç işçinin çalışma/emek/iş [Arbeit] koşulları üzerindeki mülkiyetinden ayrılmasından başka bir şey olamaz; bu, bir yandan toplumsal yaşam ve üretim araçlarını sermayeye diğer yandan dolaysız üreticileri ücretli işçilere dönüştüren bir süreçtir. Yani sözde ilk birikim, üreticiyle üretim aracı arasındaki tarihsel ayrım sürecinden ibarettir. Sermayenin ve ona tekabül eden üretim tarzının tarih öncesini [ön hikâyesini] teşkil ettiği için asli görünür.” Marx, burada insanları kitlesel bir biçimde topraklardan koparan süreçlerden bahseder yeri geldiğinde sömürgeciliğe işaret eder. Ancak, topraktan ve müştereklerden (özel mülkiyet olmadan ortak kullanılan şeylerden) ayrılmayı düşünürken iki düzlem ayırt edilmeli. Ayrılma, soyut olarak Kapitalverhältnis’in varsayımıdır, evvelden bir konumlanıştır [Vorrausset-zung]. Ama bir de bunu tarihte cereyan edişi var, buna ancak ön koşul [Vorbedingung] diyebiliriz. Somut olarak başıboşların çalıştırılması ve bunun sürdürülebilir olması için disipline edilmeleri gerekir. Zira, bu başıboşlar işçi olmaktan çok berduş, çete, eşkıya, dilenci ve çeşitli yönelimlere sahip topluluklar olma eğilimindedir. Sürekliliği bozması, bir öznelliği yıkması bakımından bu kanlı bir eylemdir, bir şiddet eylemidir. Servetin sermayeye dönüşeceği alanda, başıboş ile varsılın rastlaşması böylesine bir kanlı düğün olacaktır. Zaten serveti de yaratmış olan sömürgelerdeki benzer bir durumdur. Bu sefer sömürge içe döner. Mahir’in deyimiyle içsel bir olgudur. Bunları kronolojik olarak ayrı anlar olarak görmemekte fayda var. Asli birikim, bir yönetememe krizinin etkisi ve yapılanış sürecidir.

Menkıbe