Kamusal tartışmaların ötesinde, toplumsal katmanlarda ve bu katmanların arasında örtülü söylemler vardı. Yoksulluk, bir yandan üst katman tarafından kendilerini göstermek ve mevcut toplumsal düzeni sağlamlaştırmak için kurgulanıyordu, diğer yandan bizzat yoksullar, sosyal sermayeyi ve desteği canlandırmak için, kendilerini yoksul olarak kurguluyorlardı. Sınırların konulması, mevcut konumu korumaya veya iş ve kaynaklar uğruna rekabeti püskürtmeye yarayabilirdi. Ancak toplumsal ön yargıların ve atıfların perdesinin ardına baktığımızda bireysel deneyimler, tutumlar ve hayatta kalma stratejileri belirginleşir, toplumsal söylemler ve yanlış anlaşılmalar açıklanabilir. Böylece yoksullar, sadece aciz bir nesne olarak değil, tarihsel bir özne olarak belirir. Gerçekliğin çeşitli deneyimlenme ve yorumlanma biçimlerini, toplumsal ilişkiler, normlar ve kurumlar ağını anlamak için, küçük alanlara mikro-tarih açısından bakmak faydalı olacaktır. Bir dilencinin, hırsızlık yaptıktan sonra yakalanması ve linç edilerek öldürülmesi, bizi derinlemesine, yeni çağın erken dönemlerindeki alt katmanlar, yoksulluk ve berduşluk sorunsalına çeker
