Filiz Toprak
Bu metin 19 Nisan’da gerçekleştirilen Menkıbe Tartışmaları’ndaki “ Paralakstan Diyalektiğe, Farktan Sömürüye” isimli oturumda Filiz Toprak tarafından sunulmuştur. Menkıbe’nin içeriğine baktığımızda şöyle bir şey fark ediyoruz: Menkıbe, bir devrim, iktidar stratejisi, iktidarla mücadele metni olmaktan ziyade; toplumun, toplumsal ilişkilerin ve tarihin eleştirel bir okuması olarak karşımıza çıkıyor. Nejat, Menkıbe’de salt siyasal iktidarı karşısına alan ve kendini ona atıfla kuran bir “öznellik” biçiminden ziyade bütünüyle toplumsal ilişkileri, bir anlamda, tüm toplumu karşısına alan bir öznellik biçimine kafa yoruyor. Bu amaçla da hali hazırdaki hareket tarzlarına dair iki probleme işaret ediyor: bunlardan birisi, yöntemsel olarak devlet, iktidar ve kalkınma perspektifiyle ilişkilendirilen, siyasal olarak makro politik bir “şimdi” den beslenen, ve pratik olarak işçinin karın doyurma mücadelesine indirgenen bir sosyalizm fikrindeki problem; diğeri ise tüm verili toplumsal ilişkileri eleştirmeksizin tüm bu toplumsal ilişkilerin dışında konumlanışı mümkün gören, tarihi referans almayan bir otonom fikrindeki problem. Bu nedenle metinde “ezilenler” ve “çokluk” kavramlarıyla açıklanan bir komünist öznelliğin sorunlu olduğunu dile getiriyor.Ezilen kavramını eleştirmesinin nedeni, toplumsal ilişkilerde rol alan öznelerin, bu ilişkilerin salt mağduru olmamaları aynı zamanda faili de olmaları. Bu nedenle de temsil etmek yerine, karşı karşıya gelmek ve öznelerin kendi konumlarıyla da karşı karşıya gelebilmesini mümkün kılacak rastlaşmalar örgütlemek gerektiğini söylüyor. Çokluk kavramını ise toplumu bir harmoni toplumu olarak kabul etmesi nedeniyle eleştiriyor. Oysa Menkıbe’de toplum, bir harmoni toplumu değil, bir çatışmalar ve farklar üzerine kurulu bir toplum olarak tarifleniyor. Bu nedenle, komünist öznelliğin eylemi, bu çatışmalar ve farkları derinleştirerek aşmayı sağlayacak bir eylemi de kapsıyor. Dolayısıyla, Nejat’ın Menkıbe’de komünizmin öznesi olarak dile getirdiği öznellik, ezilenler ve çokluk kavramlarına dayanan hareket tarzının dışında bir yola işaret ediyor aslında. Peki bu öznellik nasıl oluşacak? Nejat’ın bununla ilgili, Menkıbe’de somut olarak başlattığı, sonrasında geliştirdiği tartışmalar ve son olarak mektubunda işaret ettiği yola bakıldığında, buradaki düşünsel gelişimini, gördüğümüz, tanık olduğumuz kadarıyla -başlıkta da biraz ona işaret etmek istedik- farklar düzleminde ortaya çıkabilecek bir öznellikten, diyalektik bir öznelliğe doğru gittiği anlaşılıyor. Bunu biraz açmak gerekirse: Menkıbe’nin birinci bölümünde ve Menkıbe’yi yazdığı dönemden kısa bir süre sonraki ses kayıtlarında tartıştığı bir mesele var: diyor ki “dünyayı sistematik olarak düşünmek eylemi, bir görme eylemidir -ki biz buna dünya görüşü deriz. Yani dünyayla “görmek” üzerinden ilişki kurarız. Bu, şizofrenik denebilecek kadar bir perspektif değişikliği gerektirir. Çünkü benim gördüğüm şeyle aramdaki ilişkiyi tarif etmem, aslında benim benden çıkmam anlamına geliyor. Teori, bu anlamıyla aslında, bir sınıf pozisyonundan çıkıp başka pozisyonları görebilme kabiliyeti, yetisidir” diyor. Burada Nejat, Kohin Karatani’nin daha sonra Zizek’in de kullandığı “paralaks” kavramını kullanıyor. Bu kavramı, bir nesnenin başka bir perspektiften, konumdan bakıldığında biçim değiştirmesi olarak anlıyor. Yani kapitalist toplumsal ilişkilerin çözümlenebilmesi, eleştirilebilmesi ve komünist öznelliğin ortaya çıkmasının, bu ilişkilere başka bir perspektiften bakılması, bunun için de bu toplumsal ilişkilerle belli bir mesafede konumlanılması gerektiğinden bahsediyor. Peki bu kendi pozisyonunun dışına çıkma, belli bir mesafeden ve belli bir açıdan bakma hali, nasıl mümkün olur? Menkıbe’nin ilk kısmında bu, bir devrimci durum anında, toplumsalın yarıldığı bir belirsizlik anında konjonktürel olarak ortaya çıkar. Bu an, bir devrimci durum, yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin de yönetilmek istemediği “kurucu bir an”. Bu kurucu anda kimi etkilerin rastlaşması, rastlaşmaların karşılaşmaya ve karşı-t-laşmaya dönüşmesi söz konusu olur ve bir öznellik ortaya çıkar. Paralaks bakış, dünyaya farklı bir perspektiften bakmanın olanakları bu süreksizlik anında mümkün olur ve bu anda doğuştan gelen ben kimim sorusu biçim değiştirerek ben ne yapıyorum sorusuna dönüşür. Böyle bir kurucu an tarifini Menkıbe’de, hem 68 hareketinin hem de sınıf mücadelesinin analizinde mevcut. 68 hareketi için Nejat, başka bir pozisyondan, kendilerinin dışında bir pozisyondan, hem kendilerine hem dünyaya baktılar diyor. Tam da kalkınmacı, popülist bir modernleşme paradigması içerisinde kasabalardan, köylerden kentlere, üniversitelere gelen ve aslında birer mühendis olup bu sürece sermaye ve devlet safında konumlanması beklenen gençlerin, kendilerine biçilen bu rolün dışında bir ihtimali zorlamalarıyla ilişkilendiriyor. Bu açıdan 71 çıkışı bu gençlerin ne kasabalı ne kentli oldukları dönemdeki belirsizlik anında kendilerine ve dünyaya dair başka bir olasılık yoklaması olarak ele alıyor. Burada köyün ve kentin, kapitalist olanla olmayanın rastlaşması ve bu rastlaşmanın, karşılaşmaya, karşı-t-laşmaya dönmesi ve kurulu düzen içerisinde bir maraz yaratması söz konusu oluyor. Nejat, bu rastlaşmaların, karşılaşmaların, farklı deneyim ve ihtimallerin düzlemi halk olduğu için bu gençler halka gidiyorlar aslında diyor. Benzer bir belirsizlik anı, kurucu an ve öznellik, kapitalizme geçiş sürecinde de ortaya çıkar. Menkıbe’ye göre kapitalizmin ortaya çıkması kaçınılmaz ve zorunlu bir durum değildir. Kapitalizm, feodalizmin çözülüşündeki o belirsizlik anında kapitalist olan ve olmayan üretim tarzlarının rastlaşmasında, başka olasılıklar mağlup olduğu için ortaya çıkar. Bu nedenle, işçi sınıfı bilinci ve hareketi kendisini, geriye dönük olarak, işçi olmadığı döneme referansla oluşturur. Bu nedenle, söz konusu olan, işçi devrimleri değil işçi olmaya karşı devrimlerdir ve bunlar, kapitalizmin müzakereye açıldığı dönemlerde söz konusu olur. Buradan yola çıkarak Nejat, Türkiye’de yakın dönemdeki kimi belirsizlik anlarına işaret ediyor. Yakın dönemde tanık olduğumuz 1999 depremi, 2001 krizi, 1 Mayıs, Gezi gibi kurucu anların böyle bir belirsizliği, kopuş ihtimalini, içermesi bağlamında ele alıyor ve komünistlikle derdi olanları, bu anlardaki rastlaşmaları karşı-t-aşmaya çevirmeye dönük bir pratikten ve dünya görüşünden yoksun olmalarına dönük olarak eleştiriyor. Nejat’ın bu kısımdaki referanslarına baktığımızda iki problem görüyoruz. Birincisi, Nejat, komünist öznelliği, zorunluluk alanı olarak değerlendirdiği “emek” sürecinden ayrı olarak bireyin “özgürlük alanına” dair bir mesele olarak algılıyor ve burada öznellik, kendisini ancak kapitalizm dışı bir alana referansla kuran bir öznellik halini alıyor. Böylece, Nejat, “kapitalizm dışı bir alanı”, kendinden çıkma, kendini yadsıma ve olumsuzlama alanı olarak önvarsayıyor ve bu olumsuzlamayı kapitalizme içkin bir oluş olarak algılamaktan ziyade bir kopuş meselesi olarak algılıyor. İkincisi, bu kopuş ve öznellik, süreç, çelişki, oluş ve hareket olarak bir süreklilik durumunda değil, ancak bir süreksizlik durumunda, bir tarihsel “an”da ortaya çıkıyor. Yani, özneler süreklilik anlarında çelişkisiz bir şekilde varlıklarını sürdürürken, mücadele etmezken ve ben ne yapıyorum diye bir soruyu sormazken, süreksizlik anlarında birden, ansızın böyle bir çelişkiyi ve soruyu sorabiliyor. Bu açıdan komünistlik meselesi diyalektik bir oluş değil; bir fark, farklılaşma meselesi olarak ortaya çıkıyor. Metnin ikinci kısımda “amele değil emel” bölümünde ise bu referansların kısmen farklılaştığı, çubuğun diyalektiğe büküldüğü göze çarpıyor. Burada rastlaşmalar ve karşılaşmalar tarihsel bir anda ortaya çıkan ve kapitalizm öncesine ya da kapitalizm dışına referansla tariflenmiyor. Aslında tüm toplum, somut ilişkiler ve bu ilişkiler içerisindeki rastlaşmalar ve karşılaşmalardan oluşur diyor. Bu anlamıyla, sınıf da sermaye de ayrı kategorik varlıklar, özneler olarak değil; bir toplumsal ilişki olarak ele alınıyor. Burada öznelliğin kurulumuna dair az önce bahsettiğimizden farklı bir şeyden bahsediyor Nejat. Burada, komünist öznelliği yaratacak rastlaşmalar ve karşılaşmaların, kapitalizm dışına referansla değil; ancak emeğin içinden kurulabileceğinden bahsediyor. Buradaki öznellik potansiyeli ise Nejat’ın deyimiyle “emeğin imkansızlığı”ndan kaynaklanıyor. Kapitalizmin özü canlı emeğe dayandığından sermaye kendisini hiçbir zaman evrensel-tamamlanmış kılamıyor. Çünkü canlı emek, kapitalist işleyişin özünde bir insan etkinliği olduğunu, bu etkinliğin sapkın bir formda işleyen bir insan etkinliği olduğunu, şeyler arasındaki ilişkinin, insanlar arası ilişki olduğunu ifşa eden özdür aslında. Nejat, Menkıbe’de bunu ima ediyor. Fakat buradaki özün, mevcut sapkın biçimle sürekli bir diyalektik ilişkide olduğundan, bu nedenle sürekli olarak bir belirsizlik ve açıklık alanı yarattığından bahsetmiyor. Dolayısıyla Menkıbe’de komünist öznelliği az önce belirttiğimiz türden bir devrimci momentte, meta ilişkisi deşifre olduğu bir konjonktürde ortaya çıkabilecek bir şey olarak kabul ediyor ve deşifre oluşun yerini de üretim faaliyetinden ayrı tuttuğu, yeniden üretim alanında aramamız gerektiğini söylüyor. Nejat’ın Menkıbe’yi yazdığı dönemden sonra Kapital’e yoğunlaştığını ve mektubunda da “Kapital’e kafa yorun ve onun doğru anlaşılmasına çalışın” dediğini biliyoruz. Burada, Kapital’deki iki kavramı öne çıkarıyor Nejat. Bunlardan birisi, verhaltnis kavramı, diğeri beziehung kavramı. Bunların ikisi de Türkçeye “ilişki” diye çevriliyor, fakat farklı anlamlara geliyor. Kapital’de Kapitalverhaltnis olarak geçen kavramda, Verhaltnis’in Nejat, “koşul, ilişki, nispet, nazariye, davranışsallık” olarak beş ayrı anlamı olduğundan bahsediyor. Verhaltnist de, şeylerin birbirine bakarak kurulması söz konusu. Nejat, buradaki “ilişki”de “şeyler girdikleri ilişkinin dışında var olamazlar; ancak o
ilişki içerisinde var olabilirler; ve o ilişki içinde, neyin nesne, neyin özne olduğunu, o ilişki ve o ilişki içerisindeki kuvvetler dengesi kurar” diyor. Diğer kavram, beziehung ise bir şeyin, kendisini, diğerine atıfla kurduğu başka bir ilişkiyi tarifliyor. Beziehung, verhaltnis den farklı olarak, bir belirlenim ilişkisidir. Burada bir şeyin diğer şeyi belirlemesi, tanımlaması, nesnesi haline getirmesi söz konusu. Sermayenin, proleteryayı işçi yapması gibi. Ya da erkeğin ancak bir kadın yordamıyla erkek olması gibi. Menkıbe’de şöyle deniyor “A ve B insanının toplumsal belirlenimleri, onların beziehunglarıdır. A insanı, başlı başına köle değildir; toplum içinde ve onun sayesinde köledir”. Toplum, tüm bu ilişkilerin toplamıdır; yani beziehungların, verhaltnislerin toplamıdır. Kapitalizm, proletaryayı işçi yapar (beziehung), bu kendiliğinden değil; bakışarak, çarpışarak olur (verhaltnis). Verhaltnis, dolaysız üreticileri, ücretli işçiye dönüştüren süreç ve harekettir ve burada bir kuvvet uygulama söz konusudur. Aynı şekilde, belirlenim ilişkisinin (beziehung) tersine çevrilmesi de, rastlaşmalar ve bu rastlaşmalar sırasındaki bakışmalar ve o ilişkideki kuvvetler dengesinin tersine çevrilmesi yoluyla mümkün olur (verhaltnis). Dolayısıyla verhaltnis aynı zamanda, toplumsal belirlenimlerin, kapitalist toplumsal ilişkilerin tersine çevrilmesini mümkün kılacak bir düzlem sunar. Bu nedenle, Nejat’ın bahsetmiş olduğu komünist öznellik, beziehung daki, verhaltnis leri keşfetmek; belirlenim ilişkilerindeki kuvvetler dengesiyle oynamak; bunun için, rastlaşmaların ve karşılaşmaların örgütlenmesine işaret ediyor. Bu rastlaşmaların ve karşılaşmaların alanı da “yeniden üretim” alanıdır. Fakat burada, üretim alanıyla ilişki bir “yeniden üretim” tariflenmektedir ve tam da üretim faaliyetinin sürekliliği nedeniyle bu rastlaşmalar, süreklilik gösteren bir çelişki içerisinde örgütlenebilirler. Nejat’ın Marx’a ve Kapital’e yoğunlaşma vurgusunun, Menkıbe’yi yazdığı dönemden sonra, Gezi sürecinde daha yoğun bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığını anlıyoruz. Gezi hareketinin geri çekiliş sürecinde Nejat, “an”ların ötesine geçen, “üretim” alanıyla ilişki kuran bir “yeniden üretim” faaliyetine nasıl müdahale edilebileceği, burada bir çelişkinin nasıl formüle edilebileceği üzerine kafa yoruyor; kapitalist toplumsal ilişkiler içerisinde eyleyen ve onları yeniden üreten sıradan insanların, kendilerini olumsuzlarken olumlayabileceği bir siyasal pratiğin nasıl örgütlenebileceği üzerine düşünüyor. Menkıbe’de, Marx’a referansla “burjuva sivil toplumun yadsınması”, “burjuva toplumunun çözülüş fonksiyonu” olarak tariflediği proletaryayı, kadın sorunu ve kadın cinayetlerini bağlamında ele alıyor. Burada kadın sorunu, bir kimlik sorunu olarak, ya da farklara dair bir mesele olarak yer almıyor; kadın sorununu, feodal bir erkeklik meselesinin ötesinde, günümüz kapitalizminde, üretim faaliyeti ile yeniden üretim faaliyetinin çakışması olarak anlamak gerek. Bu açıdan Nejat’a göre kadın cinayetleri kapitalist toplumsal ilişkilerin, meta ilişkilerinin toplumsal alanda ifşa olmasıdır. Yeniden üretim alanında faaliyet gösteren kadının, üretim alanında gittikçe daha fazla özneleşmesi, bu özneleşme sürecinde “özgürlük” meselesine dair ucu açık bir çelişkiye sebep veriyor. Nejat, komünist öznelliğin, bu çelişkinin formüle edilmesi ve kuvvetler dengesini değiştirecek bir ilişkinin (verhaltnis) örgütlenmesi olabileceğine işaret ediyor.