Nejat, içimizden en zeki olan, en hünerlimiz, en önde, hep insan kalan, inadına çocuk… Ölüm haberini, bir dostun hıçkıran sesinden aldım, gecenin orta yerinde. Alelade bir pazar gecesiydi bizim için. Nejat’ın bir kent olduğu, yurt olduğu, halk olduğu bir gecede, biz sıradanlığın en leş yerindeydik belki de… Kendimize bile hayrımız yoktu. Beşiktaş sokaklarını arşınladığımız, saatlerce komünizm konuştuğumuz o günün üzerinden yıllar geçmişti. Sonraki yıllarda bir eylemde ya da bir direnişte karşılaştık hep Nejat’la. Hâlimizi hatırımızı sorduk birbirimizin, gülümsedik. Hâlden anladık, birbirimize hiç kızmadık. Farklı yollara gitmiştik, mail gruplarında döndürdüğümüz canlı tartışmalar, okuma önerileri… Hepsinin üzerinden yıllar geçmişti. En son 1 Mayıs’ta, Beşiktaş’ta, bir barikatın arkasında yan yana düştük yine. Polis ağır saldırıyordu, yüzlerce kardeş, sevgili, yoldaş… Direniyor, Beşiktaş yokuşlarında soluk soluğa kalıyorduk. Bu kez konuşmaya bile fırsat bulamadık Nejat’la. Gözlerimiz birbirini buldu. Başımızla selamladık birbirimizi, gülümsedik. O gün Nejat’a, “komünizmi en iyi senden dinledim, keşke bir daha anlatsan” demediğim, diyemediğim için kahroluyorum şimdi. R’leri söyleyemeyen bilge bir çocuktu Nejat; “komünist olmak lazım” derdi heyecanla. Öyle sempatik konuşurdu ki, dinlemelere doyamazdınız. Teoriye hâkimiyeti müthişti. Kurucu bir fikir üretmek, bir maya çalmak istiyordu. Bu toprakların devrimci birikimine tutkun bir komünistti. İki dil biliyordu, yayınevlerine çeviri yaparak hayatını döndürüyordu. Hiçbir aşırılığı olmayan, sadeliğine hayran kalınacak bir hayat sürüyordu. Yanisi Nejat hiçbirimizden daha az kıymetli değildi. Fersah fersah ilerimizdeydi hatta. Hayatını ortaya koydu tüm bilgeliği ve sadeliğiyle. Bizim yapamadığımızı yaptı. Nejat Kobani’den başıyla selamladı bizi, gülümsedi, r’leri söyleyemeyen çocuk sesiyle bir slogan çaktı uzaktan… Nejat bizi ağlattı. İyi ki de ağlattı, insan olduğumuzu hatırlattı. .