Beyazıt’ta Paramazlar Rojava’da Suphi Nejat

Nejat için yazılar

Ümit KARTAL

Açıkçası ‘Paramaz’ ismini Rojava’da başta Kürt halkı olmak üzere, tüm Ortadoğu halkları hatta insanlık için, IŞİD barbarlığına karşı savaşan ‘Paramaz Kızılbaş’ kod adlı Türk ve Sünni devrimci Suphi Nejat Ağırnaslı yaşamını yitirdiğinde duymuştum.

İlk olarak 1921 yılında İstanbul’da ‘Darağacında 20 kişi’ adıyla Ermenice basılan kitabı Türkçe yayınlama imkanını Evrensel Basım Yayın şans eseri bulmuş. Kitabın çevirmeni Aris Nalcı’nın notuna göre ise, “Bu kitabın bir kopyası bugün dünyanın dört bir yanına yayılmış Hınçak Partisi ofislerinin bile birçoğunda mevcut değil”

Hınçak demişken; Türk ve Sünni kökenli bir TC vatandaşı olarak verilen eğitimin izleri gereği, ‘Hınçak’ kelimesini duyduğumda aklıma ilk olarak ‘zararlı cemiyetler’ falan geldi, bilmenizi isterim.

Kuşkusuz tarih, kazanan tarafın kaleminden yazılacak. Bırakın tarihi, bugün bile, gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu birçok gelişmeyi egemenler, tarihe bırakmadan medya aracılığı ile nasıl işlerine geliyorsa öyle aktarıyorlar.

Son yarım asır içerisinde bile milyonlarcası egemenlerin işine gelmediği gibi davrandığı için ‘terörist, bölücü, yıkıcı, hain, çapulcu, asi’ vs olarak sıfatlandırılmış halkların birbirini anlamasının bu kadar zor olmasını anlamak cidden zor. Ama durum böyle…

2 Haziran 1915’te İstanbul’un Beyazıt Meydanı’nda idam edilen 20 Ermeni sosyalistin hikâyesini anlatan kitabı eline alınca aklına şu geliyor insanın: Bizi yöneten devlet, mevcudiyetini kuruluşundan Ankara 10 Ekim’ine, sosyalistleri ve ezilen halkları yani varlık çizgisine muhalifleri idam ederek ve katlederek sağlıyor. Nokta.

‘Darağacında üç fidan’, ‘Gülünün solduğu akşam’ ‘Bizim ‘68’ vs okuyarak devrimciliğe adım atan kuşaktan biri olarak; tüylerim diken diken oldu ‘Paramazlar’ı okurken…

Tutuklanmaları öncesini anlatırken Aydzemnig şöyle diyor: “Paramaz… Saatlerce öğrencilerin arasında oturmayı, zekice sorularıyla ve sözleriyle onları meşgul etmeyi severdi. Söylediklerinin her biri bizim körpe ve öğrenmeye susamış ruhlarımız için birer dersti. Saatlerce dinlerdik ve doymazdık.”

Ne kadar tanıdık tanımlamalar değil mi?

DEVLET AYNI DEVLET: HIRSIZ, KATİL, ÇİRKİN

Kitapta, 20 Ermeni sosyalistin idamına en yakından tanıklık eden papaz Der Kalust Boğosyan da anlatıyor. Dini vecibeleri yerine getirmek üzere zorla idamın yapılacağı yere getirilen papaz, karakol amirlerinden Kel Osman Bey’in kendisine alaycı bir şekilde şöyle dediğini aktarıyor: “Papaz Efendi, onlarla yüz yüze görüştüğünde söyle, bu dünyada rahat durmazsan ölümün bu şekilde olur. Ha olmadı, öteki dünyada da devrim yapmayı denemesinler, orada cezası çok daha ağırdır”

Dünyanın, öteki değil ha bu dünyanın tüm lanetli cümle ve küfürlerini sıralayası geliyor insanın. Hem de fırsatı olsa Kel Osman Bey’in yüzüne ama şahsında devletin dününe ve bugününe…

İdamlar sırasında, Şebinkarahisarlı Karnik bir anda Türkçe bağırıyor: “Ey Katiller! Eğer istediğiniz 30 altın rüşveti verseydim beni serbest bırakırdınız değil mi?”

Papaz Boğosyan 20 sosyalist idam edildikten sonra gidip gömüldükleri yerde ayin yapmak istediğini anlatıyor. Bedri Bey’in ağzından devletten cevabını alıyor: “Öylelerine hiçbir şeye gerek yok. Onlar vatan haini”

Devlet işte, aynı devlet! Hırsız, katil ve çirkin!

Ama devrimciler işte, her dönemde ve hangi milliyetten olursa olsun, aynıdır devletin zulmüne cevapları: “Papaz, bu kuru mendili anama ver. Bilsin ki hiçbir zaman gözyaşlarıyla ıslanmamıştır”

Gülmek işte, devrimci bir eylemdir çünkü yüz yıl önce de…