Okmeydanı’nda kaldığı ev basılarak 29 Nisan’da gözaltına alınan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü yüksek lisans öğrencisi Nejat Ağırnaslı, daha sonra serbest bırakılmıştı.
Marksist.org, ders programına “örgütsel döküman” denilerek el konulan ve KCK davası kapsamında PKK/Kongra-Gel üyesi olduğu iddia edilen Nejat Ağırnaslı’yla bu süreci ve Kürt sorununu konuştu…
Marksist.org: Son birkaç haftada binlerce kişi KCK kapsamında gözaltına alındı. Yüzlerce tutuklu var. Siz de 29 Nisan günü gözaltına alındınız. Arkadaşlarınızın kurduğu blog sayesinde tutuklanma gündeme geldi. Nasıl gelişti süreç?
Nejat Ağırnaslı: Cuma günü, Okmeydanı’nda arkadaşlarla kaldığımız ev basıldı. Özel olarak benim için gelmişler. İddialarına göre ben, PKK/Kongra-Gel üyesiymişim. Evi aradılar, Mahir Çayan, Mazlum Doğan resimlerinden işkillendiler, “devlet büyüklerimiz de buradaymış” şeklinde alaycı bir tavrı vardı polislerin. Ardından Vatan Caddesi’ndeki Terörle Mücadele Şubesi’ne gittik. İki saat bekledikten sonra uçakla Amed’e götürüldük. Polisler, uçakta İçişleri Bakanlığı ile görüşürken “meseleyi hallettik” dedi. Benim yorumum şu; devlet, geri tepen YSK darbesine karşı bir rövanş almak istedi yurtsever gençlerden.
Akademik kimliğim aslında oldukça siliktir, talidir. Ben de aktif bir sosyalist olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesini kalbimde kendi geleneğim sayıyorum, kendimi Türkiye devrimci hareketinin organik bir parçası olarak konumlandırmaya çalışıyorum. Bugüne kadar yürüttüğüm tüm siyasî faaliyetler en nihayetinde Türkiye’nin en temel siyasî sorunu olan Kürt sorunu ile bir biçimiyle alakalı olduğu için kepçeye dâhil edildim. Üç gün Amed’de kaldık. Ardından mahkemeye çıkarıldık. Bu sefer KCK üyesi olmakla itham edildim. Soruşturmayı yürütenler aradaki farka vâkıf değiller belli ki. Suçlamalar, hayalî gizli tanığın beyanatlarına dayandırılıyordu: Bizi bir yerlerde görmüş, zaten tanışıyormuşuz vs.
Üniversitedeki arkadaşların hazırladığı blog’u sonradan öğrendim. Beyaz Türk bir akademisyen profili çizilmiş. Tabii bu durum, Boğaziçi Üniversitesi’nin çoksesliliğinden kaynaklanıyor. Bazı arkadaşlarımız, kendi cephelerinden gayet duyarlı bir biçimde bir tepki örgütlemişler.
Akademisyenlerin ve arkadaşların duyarlılığı bir üniversiteden beklenmeyecek kadar iyiydi. Ancak mesele şu; siyasetin meşruiyetinin sınırı neresi? Siz, Kürt meselesini araştıran bir sosyoloji öğrencisiyseniz ve tesadüfen kepçeye dâhil edilmişseniz, bu gayet vicdanları sızlatan bir durum. Fakat aktif bir PKK’liyseniz ve bu doğrultuda çalışmalar yapıyorsanız, tutuklanmışsanız, bu durum gayrimeşru bir durum olarak görülüyor. Diğer tutuklanan arkadaşların örgütle ilişkisini bilmiyorum, benim PKK’yle bir ilişkim yok. Ama şunu kesin bir şekilde söyleyebilirim; Kürt halkının vermiş olduğu 30 senelik mücadele, sonuna kadar ve bütün boyutlarıyla meşru bir mücadeledir. Bugün Türkiye’de Kürt meselesini konuşabiliyorsak eğer, Mazlum Doğan’ların yaktığı kıvılcım sayesindedir.
Soruşturma esnasında polis bile “sen Türk’sün ne işin var onlarla” diyebiliyor. Çünkü TC, düşünsel bir damarın, zinde toplumsal bir hareketle buluşmasını istemiyor. Türkiyeli sosyalistlerin ve entelektüellerin Kürt Özgürlük Hareketi ile herhangi bir yakınlık kurmasını istemiyor.
Marksist.org: Aynı baskında başka arkadaşlarınız da tutuklandı. Onların akıbeti nedir? KCK davasıyla klasikleşen absürt kanıtları açılan blog vesilesiyle öğrendik, aklınızda kalan başka ilginç ayrıntılar var mı?
Nejat Ağırnaslı:Bilgisayarıma el kondu. Ders notlarım, haftalık ders programım kanıt olarak geçti. Savcılıkta konuyla alakasız sorular soruldu. “Sen sosyalist misin?”, “Kapitalizm nedir?” vs… Ortada hiçbir somut delil yok. Davanın ciddiyeti bu seviyede. Boğaziçi’nden bir arkadaşımız bu dava kapsamında tutuklandı, bir diğeri polis tarafından sistematik bir biçimde taciz ediliyor.
Marksist.org: Kürtler cumhuriyetin kuruluşundan bu yana siyasetin dışına itiliyor. Eskiden katliamla, zorla, işkenceyle yaptığını, şimdi KCK davasıyla yapıyor. Dersim katliamının, Diyarbakır cezaevinin yerini KCK davası aldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Nejat Ağırnaslı:TC, meseleyi kriminalize ederek KCK’nin ortaya koyduğu siyasî projenin konuşulmasını engelliyor. Siyasî mahkûmları koz olarak kullanmak istiyor. Mahkeme sürecini konuşmaktan demokratik konfederalizmi konuşamıyoruz. Seçimlerden sonra yeni anayasa yazılması gündemde. Devlet gücünün yettiğince kendi sözünü geçirmeyi hedefliyor besbelli. Bunu da Kürt halkının aktif unsurlarını hukuku âlet edip sindirerek başarma gayretinde. Resmî ideoloji ile kurduğu ilişki bir yana, AKP de bu damarın devamcısı, bu siyasî çizginin yılmaz savunucusu konumunda.
Türkiye’de devletin toplumla ilişkisi, patronaj usulü. Halkı siyasetin bir öznesi olarak görmekten kaçınıyor. Öğretmeni, imamı, kaymakamı ve tüm sivil-idarî organizasyonu toplumu resmî ideolojiye hapsetmek için seferber olmuş durumda. Bu noktada Kürt hareketini farklı kılan husus, projeyi tasarlamaktan öte, hayata geçirmesi. Kürtlerin kendi gündemini yaratması, tartışması, fiiliyata dökmesi devleti ters köşeye yatırıyor. TC, bölge için alternatif bir proje sunamıyor. Kolayı seçip sırtını yasladığı geleneği tekrar ediyor. Katliamla yapamadığını tutuklamalarla yapıyor. İmha edemediğini inkâr ediyor. Ayrıca, TC’nin Batı için de bir projesi yok. Yönetenler nasıl yöneteceklerini bilemiyor, yönetilenler ise kendilerini yönetme iradesini açığa çıkarabilir, Kürtler buna öncülük ediyor.
“Akademisyenlerin ve arkadaşların duyarlılığı bir üniversiteden beklenmeyecek kadar iyiydi. Ancak mesele şu; siyasetin meşruiyetinin sınırı neresi? Siz, Kürt meselesini araştıran bir sosyoloji öğrencisiyseniz ve tesadüfen kepçeye dâhil edilmişseniz, bu gayet vicdanları sızlatan bir durum. Fakat aktif bir PKK’liyseniz ve bu doğrultuda çalışmalar yapıyorsanız, tutuklanmışsanız, bu durum gayrimeşru bir durum olarak görülüyor. Diğer tutuklanan arkadaşların örgütle ilişkisini bilmiyorum, benim PKK’yle bir ilişkim yok. Ama şunu kesin bir şekilde söyleyebilirim; Kürt halkının vermiş olduğu 30 senelik mücadele, sonuna kadar ve bütün boyutlarıyla meşru bir mücadeledir. Bugün Türkiye’de Kürt meselesini konuşabiliyorsak eğer, Mazlum Doğan’ların yaktığı kıvılcım sayesindedir.. “